Cins Dergi 109.Sayı Ekim 2024
Cins Dergi 109.Sayı Ekim 2024
POLİTİK OLAN, POETİK OLANDAN BAĞIMSIZ MI?
‘Gavurun aklı olsa Müslüman olurdu’ demişti İsmet Özel. Meseleyi başladığı yerde tek cümleyle bitiren bir
netlik bu. Doğru söz. Ama doğru ağızdan çıktığı için… Hangi ağızdan çıktığını niye önemsiyoruz? Çünkü her
şeyde olduğu gibi burada da bir ‘hakkı verilmiş’ levhası arıyor gözümüz. ‘Yalnız doğurandır doğruyu bulan’
dizesinin öğrettiği gibi.
Savaş Barkçin’in tam da bu sayımızda dile getirdiği şekliyle, ‘Mevlana’yı okumamış birinin Nietzsche’den
söz etmesi aymazlıktır.’ Sanması da diyebiliriz. Zaten söz edemez. Sanrıdır o ve bilginin değil inancın
konusudur. Putperestliğin de bir inanç olduğunu unutmayalım.
Örneğimizi, hepimizin ‘anlamakta zorlanmak’ konusunda zihin netliğine sahip olduğumuz bir Batılı isim
üzerinden verelim; Kant. Anlamakta zorlandığımız konusunda zihnimiz net. Neden zorlandığımız
konusunda o denli bir netliğe sahip olamayışımızın izahı bu. Bunun teorik zemininin adını da koyalım;
Kant’ı anlamak için Kant’tan önce bir şeyi anlamak gerekiyor; kendini! Anlamak ve bilmek. Bir ‘varlık alanı’,
yahut hareket noktası olmayan bir ‘yer’ için başka bir ‘yer’e hareket yoktur çünkü. Sonrası da var elbette;
Kant’ın sorunlarını gerçekten -ama gerçekten, fiziksel düzeye varacak şekilde- sorun olarak alabilmek.
Hikâye orada başlar. Papağan olmaktan bizi koruyacak şey budur. Aksi halde çoğunlukla yalnız iki şey
vardır; zorlanmak ve papağan olmak.
Elbette şunu biliyoruz; bu şarkı, dedemizden kaldı bize. Ve oldukça uzun. Biraz göz kamaşması biraz da
yolunda gitmeyen her şey için bir çözüm arayışı. Durduğumuz yere göre değişen ifade şekilleriyle
açıklanabilecek uzun bir süreç. Dünyaya fazlaca meyletmenin bedeli de diyebiliriz olan bitene, dinden
uzaklaşma da diyebiliriz, dine fazla yaklaşma da… Okumalar değişiyor olsa da somut sonuçlar ortada; Batı
baskısında kurulmuş bir dünyada yaşıyoruz ve bu dünya gücün, hukuk başta olmak üzere, her şeyin yerini
aldığı bir dünya. Göz kamaştıran parlaklığı, içindeki gözyaşlarını gizliyor değil. İnsanlığın geri kalanının
görmemeyi tercih ettiği bir düzen bu. Ve görmeme tercihimizin sebebi, bize verdikleri parıltılı boncuklar ve
iPhone 16’dan başkası değil. Bize teknik ve gelişmişlik verdiklerini söyleyenler, bizden ne aldıklarını da
söyleyecekler mi? Biz soralım;
Transatlantik Köle Ticareti’ni yüzyıllar boyunca kim işletti? Büyük Bengal Kıtlığı sırasında 10 milyon insanı
kim öldürdü? Patates Kıtlığı yüzünden bir milyon İrlandalının kanları kimin elinde? Boer Katliamı sırasında
on binlerce çocuğu kim öldürdü? Siyah Savaş’ta Aborjinleri kim yok etti? ‘Çalınmış Kuşaklar’da 30 bin
çocuğu kim çaldı? Afyon Savaşları’nı kim başlattı? Mau mau isyanı kimin yüzünden çıktı? Almanlar 250 bin
Tanzanyalı’yı kimin desteğiyle öldürdü? Daha dün Irak’ın İşgali’nde 1 milyon insanı öldüren Amerikalılara
kim yardım etti?
Bu soruları, 8 puntoyla tüm Cins Dergisini kaplayacak şekilde çoğaltabiliriz. Burada saydığımız ‘vahşet, kaos
ve vicdansızlık’, belirli bir tarih aralığında İngilizlerin yaptıklarının sadece bir kısmı. Küçük bir kısmı.
Geliştirdikleri silahlarla dünyayı sömüren, sömürüyle elde ettikleri güçle daha gelişmiş silahlar inşa eden ve
o silahlarla başta Afrikalılar olmak üzere tüm dünya halklarını hayvan gibi boğazlayan yüksek bir ulusun
günah defteri bu.
İngiliz-Yahudi Medeniyeti’nin dünyaya verdiklerinin dünyadan aldıklarına kıyasla hiçbir şey olmadığını fark
etmemiz ve bu vahşet makinasının arkasında çalışan aklın makyajını dökmemiz gerekiyor. Ama önce
‘kendi’mizi görmemiz… Bu olmadan o olmaz çünkü. Başka hiçbir şey de.
Buraya Garaudy’den bir alıntı gelebilir, Cemil Meriç’ten de. Biz Meriç’i tercih edelim:
“Zavallı Türk aydını… Batılı dostları alınmasınlar diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri
olduğunu. Düşmanın putlarını takdis eder, hayranlıklarını benimser. Dev papağanlaşır.”